Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin. Adını Rabbimizin Hz. İbrahim’e Kâbe’nin ziyaret edilmesiyle ilgili emrini ihtiva eden 27. âyetindeki “Hac” kelimesinden almış, Mekke’de nâzil olmuş 178 âyetlik bir mübarek sûre ile yüz yüzeyiz. Peygambarimizvefat ettiği zaman Ali b. Talib, Ubeyd b. ayet ve ayet gruplarının her birinin yaşanan olaylara ve gereksinimlere göre bir nüzul sebebi ve amacı vardır. Rum 85. Ankebut 86. Mutaffifin 87. Bakara 88. Enfal 89. Ali İmran 90. Ahzab 91. Mümtehine 92. Nisa 93. Zilzal 94. Hadid 95. Muhammed 96. Rad 97. Aliimran 103 nüzul sebebi; admin Konum 2022. Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ne demek? Kuran ayetleri her fırsatta inananların birlik ve dayanışma içinde olmalarını öğütler.İnananları bir arada tutacak şey ise Allah'ın ipi (hablullah) yani vahyidir. Onlariçin acı bir azab vardır. Bu örneklerden şu sonuçlar çıkarılabilir: 1- Kur’an, Tanrı sözü değildir. Hz. Muhammed kurgulayıp yazmış, fakat birkaç ayette gaf yapmış ‘de ki’ ekini kullanmayı unutmuştur. 2- Kur’an, derlenip toplanırken hata yapılmış, bazı ayetler eksik yazılmıştır. 3 Müslümanlığıyeni kabul eden kabilelere gönderilen mürşidler, Kur'an öğretmek, İslâmı talim etmek maksadiyle giderlerdi. "Kurrâ" namı verilirdi, İbni Ha'cer (H.852/M.1448) Buharî şerhinde bu kelimeyi izah ederken der ki: "Kurra'': Kur'an'ı ezberlemek ve Kazanım öğrencilerin Kur’an-ı Kerim mealini kullanma, Kur’an-ı Kerim’i anlama ve yorumlama, ayetlerde geçen şahıs, yer, konu ve kavramları belirleme becerilerini geliştirici etkinliklerle desteklenir. Bu kapsamda ayetlerin (nüzul sebebi, ana konuları gibi) kısa açıklamalarına öğrenci seviyesine göre yer verilir. 10. Hafta: 4nUiP. ❬ Önceki Sonraki ❭ وَٱعْتَصِمُوا۟ بِحَبْلِ ٱللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا۟ ۚ وَٱذْكُرُوا۟ نِعْمَتَ ٱللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَآءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِۦٓ إِخْوَٰنًا وَكُنتُمْ عَلَىٰ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ ٱلنَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا ۗ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ ٱللَّهُ لَكُمْ ءَايَٰتِهِۦ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâihvânen, ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûntehtedûne. Hep birlikte Allah’ın ipine Kur’an’a sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz. Diyanet İşleri Başkanlığı Hep birlikte Allah’ın ipine Kur’an’a sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz. Diyanet Vakfı Hep birlikte Allah´ın ipine İslâm´a sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah´ın size olan nimetini hatırlayın Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O´nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. Elmalılı Hamdi Yazır Sadeleştirilmiş Hep birlikte Allah´ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin ve Allah´ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinizin düşmanları iken O, sizin kalplerinizde bir uzlaştırma meydana getirdi ve O´nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz. Bir de siz, bir ateş çukurunun tam kenarında bulunuyordunuz ve O, sizi tutup ondan kurtardı. Şimdi Allah´a doğru gidebilmeniz için size ayetlerini böyle açıklıyor. Elmalılı Hamdi Yazır Hep birlikte Allah´ın ipine kitabına, dinine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah´ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O´nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz. Ali Fikri Yavuz Elbirlik Allah’ın dinine şeriatına sımsıkı sarılın. Birbirinizden ayrılıp dağılmayın. Allah’ın üzerinizdeki İslâm nimetini düşünün ki, cahiliyet devrinde birbirinize düşmanlar iken o, sizin kalbleriniz arasında üflet yakınlık ve sıcaklık meydana getirdi de onun nimeti sayesinde din kardeşleri oldunuz. Hem siz ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da Allah, İslâmınız sebebiyle o ateşe cehenneme düşmekten sizi kurtardı. İşte Allah size âyetlerini böylece açıklıyor ki, doğru yola eresiniz. Elmalılı Hamdi Yazır Orijinal Topunuz bir Allah ipine sım sıkı tutunun, biribirinizden ayrılmayın ve Allahın üzerinizdeki ni´metini düşünün, sizler birbirinize düşmanlar iken o sizin kalblerinizin arasında ülfet husule getirib yanaştırdı da ni´meti sayesinde uyanıb kardeş oldunuz, hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da o tuttu sizi ondan kurtardı, şimdi böyle size âyetlerini beyan ediyor ki Allaha doğru gidebilesiniz Fizilal-il Kuran Hep birlikte Allah´ın ipine sımsıkı sarılınız sakın ayrılığa düşmeyiniz, Allah´ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde O, kalplerinizi uzlaştırdı da O´nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarındayken O sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlatır ki, doğru yolu bulasınız. Hasan Basri Çantay Hepiniz, topdan sımsıkı Allanın ipine sarılın. Parçalanıb ayrılmayın. Allahın, üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinizin düşmanlar ı idiniz de O, kalblerinizi İslama ısındırıb birleşdirmişdi. İşte Onun bu nimeti sayesinde dîn kardeşler i olmuşdunuz ve yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmışdı. İşte Allah size âyetlerini böylece apaçık bildiriyor. Tâki doğru yola eresiniz. İbni Kesir Topluca Allah´ın ipine sarılın, ayrılmayın. Ve Allah´ın üzerindeki nimetini hatırlayın. Hani, siz; düşman idiniz de O, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da, O´nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz; bir ateş uçurumunun tam kenarında iken, sizi oradan doğru yola eresiniz diye kurtardı. Alah ayetlerini size işte böylece açıklar. Ömer Nasuhi Bilmen Ve hepiniz Allah Teâlâ´nın ipine sımsıkı sarılınız ve birbirinizden ayrılmayınız. Ve Allah Teâlâ´nın üzerinizde olan nîmetini de yâdediniz ki, siz birbirinize düşmanlar iken sonra Allah Teâlâ kalplerinizi birleştirdi de O´nun nîmeti sebebiyle kardeşler oluverdiniz de sizler ateşten bir çukur kenarında iken sizi ondan çekip kurtardı. İşte Allah Teâlâ âyetlerini sizlere açıklar, tâ ki hidâyete erebilesiniz. Tefhim-ul Kuran Allah´ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah´ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O´nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar. Kur'an'da çelişki yoktur. Kur’an’ı doğru anlamak Kuranı anlamak için neler yapmalıyız? Kuranı anlamak için arapça öğrenmek şart mı? Kuranı anlamak ve yaşamak hedefini nasıl birleştirmeli, Kuranı nasıl okumalıyız? Bunlar hayatımızın en temel, en paha biçilmez soruları ve sonsuz saadetimizin tek erişim yoludur Zira Kuranı Kerim, Peygamberimizin asm Rabbimizden bize getirdiği, sonsuzluğumuzun tüm maceralarını ve kurtuluşumuzun gerektirdiği yüce ahlakı bize öğreten bir mektuptur. Peki Rabbimizin bize ne buyurduğunu nasıl doğru anlayacağız? “Kur’an’ı ben böyle anlıyorum.” deyip değişik yorumlar getiren ilahiyatçılar var. Meallerde, tefsirlerde çok farklı ifadeler var. Mezhepler arasında dahi Kuranı küçük veya büyük ciddi anlama farklılıkları var. Kuranı doğru anlamak için Arapça öğrenmek şart mı? Kuranı kendi kendimize anlayamaz mıyız? Birisi Kuran adına kafa kesiyor, öteki işlediği faize veya zinaya dini alet edebiliyor. Kimisi Kuranda çelişki olduğunu iddia ederken, kimisi aksini ispatlamaya çalışıyor. Bir hocayı dinliyoruz başka, öbür hocayı dinliyoruz daha başka! Hepsi de ben hakkım, aksini düşünen batıl iddiasıyla konuşuyor. Hangisinin doğru olduğunu nasıl anlayacağız? Aziz müslüman! Bu ahir zamanın feci fitnelerinde boğulmaktan kurtulmak ve yüce Yaratan’a canını tertemiz teslim etmek istiyorsan, aşağıdaki maddeleri iyi kavra 1-Kuranı doğru anlamak ve doğru yaşamak her müminin kendi görevidir. Kıyamet günü herkes en detayına kadar her yaptığından ve de Kurandan sorguya çekilecektir. “Kur’an, senin için de kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.” Zuhruf, 43/44 buyurdu yüce Yaradan. Bu ayet gösteriyor ki kıyamet günü hiç kimse, “ben kuranı okumadım, anlamadım, bilmiyordum, filan hocama, cemaatime, mezhebime inandım, filan şeyh, ilahiyatçı veya din alimi beni yanılttı.” diye savunma getiremeyecek. Hiç kimseye, mezhebin, tarikatın, cemaatin nedir, geç denilmeyecek. Kimsenin nüfus cüzdanına bakılmayacak. Kıyamet günüa etiketlerin değil, hayatın, yapılanların, niyetlerin hesabını vereceğiz Rabbimize. -Cahilliğe sığınmayalım. 2-“Ama ben cahilim, Kuran çok derin bir kitap, kendim anlayamam ki?” şeklinde bir savunma da yapılamayacak. Anlamaya çalıştın mı? Allah aklını kullanmayanları iğrençlik içerisinde bırakacağını bildirdi, aklını kullandın mı? Allah okumayı farz kıldı her mümine, okudun mu? “Andolsun ki, Kur’an’ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı?” Kamer, 22 ayeti Kuranın bütün akıllara hitap ettiğini bildiriyor. Aklı olmayanın dini yoktur ve Kuranın ebedi kurtuluş için herkesin bilmesi gereken ayetleri, herkesin aklının anlayabileceği netlikte ve sadelikte inmiştir. 3- Öyleyse “Kuranı anlamak için Arapça öğrenmek” şart mı? Öncelikle Rabbimiz Kuranın anlaşılmaksızın okunması için değil, anlaşılması ve yaşanması için indirdiğini bildirmiştir. ”Mesajını anlayabilesiniz diye, Kur’anı Arapça indirdik.” Yusuf, 2 Kuranın ilk muhatapları Araplar olduğu için kitap onların dilinde inmiştir. Fakat aynı zamanda Kuran bütün insanlığın dini olarak da indirildiğine göre, Anadili olmayan herkesin de Kuranı anlamanın bir yolunu bulması gerekir. Arapça öğrenmek bu yollardan birisi olabilir. Fakat her mümin Arapça bilmez ve öğrenemez de. Madem ki Allah Kuranı sıradan akılların da anlayabilmesi için sade indirmiştir, müminlerin görevi Kuranı farklı milletlere de anlayabilecekleri dile dönüştürerek kolaylaştırmaktır. Şurası önemli Kuran’da Allah’ın üslubu benzersizdir, son derece değişiktir ve Kuranı en ini ve en doğru anlayanlar, 14 asır öncesinin kavramlarıyla yaşayan Araplardır. Bugünün Arapçası dahi Kuranın doğru anlaşılmasına yetmez, Kuranın muhakak bir ilimle, dolayısıyla, alimlerin, bilenlerin yardımıyla anlaşılması Araplar için bile artık şart olmuştur. Şu halde müminlerin Arapça öğrenmesi Kuranı doğru anlama yolunda büyük bir adım olsa da yeterli değildir. Kuran üzerinde derin ilmi tahkikatlar yapan ulemanın ise elbette Arapça öğrenmesi gerekir. Kuranı anlamak için meal okumak yeter mi? 4-Mealleri okuyalım, ama meallerin yanlış anlamaya yol açabilecek çok sayıda Türkçe hatası içerdiğini de unutmayalım. Tıkandığımız yerde meali aşıp tefsire, Arapça’ya kavram araştırmalarına girelim. Bir küçük örnek vereyim mealden yanlış anlamaya Allah “Dua edin karşılık vereyim.” Mümin, 60 Uduni estecibleküm buyuruyor. Meallere bakıyorsunuz, dua edin, duanızı kabul edeyim, duanızı isteğinizi yerine getireyim gibisinden manalar verilmiş. İsteği gerçekleşmeyen kişi de, dua ettim kabul olmadı diye düşünüyor. Hani ayete göre dua kabul olacaktı? Tüm bunlar Türkçe’de yanlış kelime kullanılmasındandır. Güncel dilde kabul demek, istediğini aynen kabul etmek ve yapmak demek. Oysa Arapça’da kabulun kökeni mukabele, karşılık vermek… Diğer yandan ayette icabet kökünden, cevap vereyim, karşılık vereyim anlamı var. Yani doğru mana, “Beni çağırın, size cevap vereyim.” “Benden isteyin, size karşılığını vereyim.” “Duanıza sizin için hayırlı, nimet olan şeyi, zamanı ve şekli bana bağlı olmak üzere takdir edeyim” gibidir. Kuranı doğru anlamak ve yaşamak için mealini okumak ilk yapılacak şeydir, ama yeterli değildir. Zira, Kuranın, zamanın belagatli muhataplarına konuşan eşsiz üslubunun tüm yönlerinin hiç bir dile kusursuz çevrilebilmesi mümkün değildir. Kuranın, her mümine gerekli olan iman esaslarını ve buyruklarını herkes aynı şekilde anlamayı başarabilir. Ayrıca Kuranı belli ilkeler çerçevesinde okuyup tahkikle çalışan müminler de, Kuranın her meselesini doğru şekilde anlamayı başarabilirler. Ümmet Kuranı anlamak için çabalamıyor mu? “Kuranı anlamak için neler yapmalıyız?” sorusunu ne olurdu daha çok mümin sorabilseydi! Ne olurdu sahabiler gibi, acaba Rabbimiz bize yüce kitabında ne buyurdu diye heyecanla merak edebilseydik. Müminler Kuranı fikir birliği içinde anlamıyorlar. Tefsirciler, hocalar ekrana çıkıp aynı konuda halka farklı farklı şeyler söyleyebiliyorlar. Doğru bin tane olur mu? Bu hale düşmekten kurtulmak için samimi bir mücadele vermeli, asla kimsenin kılığına kıyafetine bakmamalı, kandırıcıların aramizdaki en dindarı gibi görüneceği akılda tutulmalı ve Allah’tan Kuranı doğru anlamış yol göstericileri bize buldurmasını yürekten dilemelidir. -Müminleri dinden ele geçirip sürüklemenin en kolay yol olduğunu bilen ülkelerin yetiştirdiği ajanlar, münafıklar, satın alınmış kişiler din pazarına girmiştir ve islam ümmetini tıpkı hristiyanlar gibi bin parça yapabilmek amacıyla her biri yüreklerimizin baş köşesini kapıp çalışmaktadır. -Münafıkların, müslüman suretine girip islamı içeriden çökertmeyi amaçlayan Yahudilerin ve dini siyasete alet ederek iktidar edinmeye çalışmış siyasetçilerin ektiği fitneler en az bin yıl öncesinden tarihimize ekilmiştir ve oradan sürekli çağımıza nüksetmekte, Kuran ile taban tabana zıt itikatlar en sağlam mezheplere sirayet edebilmektedir. -Peygamberimizden iki asır sonra başlayan hadisçilik akımının içerisine sokulan bir sürü zayıf veya uydurma hadis, Kuran’a aykırılığına bakılmaksızın dinin kaynaklarına dahil edilmiş, o tür hadisleri Kurana değil de, Kuranı o tür hadislere uydurmaya cüret eden din alimleri yüzünden Kuranın çeşitli buyrukları üzerinde çelişik anlayışlar doğmuştur. Kimi samimi ulema, İslama Yahudi kaynaklarından taşınan israiliyata, uydurmalara, yanlış nakil veya çevirilere karşı titiz çalışmalar yapsa da, bunların sistematik bütünlüğü olmamıştır. Ülkelerni dini kurumları siyasetin buyruklarını yerine getirmekten, bu konulara eğilmeye vakit veya cesaret bulamamıştır. Kuranı anlamak için neler yapmalıyız? Kuranı doğru anlamak, yaşamak ve bu sayede ahir zamanın öncü müminlerinin safına katılmak bize nasip olacak mı? Bu nasibe kavuşan çok az insandan biri de siz olabilirsiniz. Yeter ki aşağıdaki hususları titizlikle sahiplenelim -Önyargıyı terk edelim ve şunları kabul edelim “Hiç bir hoca günahsız değildir, kimse Allah’tan vahiy almamaktadır. Allah peygamberler dışında kimsenin yanlış fikrini vahiyle düzeltmemektedir. En saygıdeğer ulema dahil herkesin az veya çok yanlışı vardır. Kimse kimsenin kılı değildir. Bir alimin ilmini diğer alimin ilmiyle kıyaslayabilmek için ikisinden de üstün alim olmak gerekir. Alimleri sakalına cübbesine, şanına şöhretine göre sınıflayan şeytanın oyuncağı olur.” -Kimsenin fikrine kayıtsız teslim olmayalım. Tarikatların, cemaatlerin, siyasi partilerin, liderlerine tapınılan mekanlara dönüştürülmesine hizmet etmeyelim. Herkese ve bilhassa alimlere saygımız olmakla birlikte Allah ile aramıza hiç kimseyi sokmayalım. “Bizim yolumuzda cihad edip çalışanlara Biz, yollarımızı göstereceğiz.” Ankebut, 69 ayetini hatırlayıp Allah’a hep yalvaralım. Vahiy almış gibi kendilerini fırkai naciye zanneden gafillerden olmayalım, Rabbimizden bize doğruların yolunu göstermesini tüm samimiyetimizle istemekten vazgeçmeyelim. -Asla kibre kapılmayalım. Herhangi bir meseleyi filan büyük alimden daha doğru kavramak bize nasip olabilir. Fakat en büyük felaket, aklıyla herşeyi herkesten iyi ve doğru anladığı zannına kapılıp din üzerinde pervasız tartışmalara girmektir. En derin alimin bile bir şeyi yanlış anlayabildiği yerde bizim gibi çaylaklar haydi haydi yanlış yapabilir, şeytan aklımızı çarpıtabilir. Asla alimlerin çoğuna bulaşan benliği kalbimize sokmayalım. Bu tevazu yanlışımızı çabucak kavrayacak şekilde aklımızın ufkunun açılmasını sağlar, Allah bizi ilim yolunda ilerletir. Nice alim, başka bir alimin yanlışını keşfetmenin getirdiği gururla, başka yerde büyük bir yanlışa düşebilmiştir. -Hadis kaynaklarında var diye her hadisi Kuran ayeti imişçesine kaynağı ve doğruluğu ispatlanmış mutlak doğru gibi kabul edip, Kurana sadakatlerini çiğnediklerini kavrayamayanlardan olmayalım. Bir hadis adalete, vicdana, basirete, gerçekliğe aykırı geliyorsa, muhakkak onda bir yanlış yön vardır. Bir ayette kafamız ve vicdanımız zorlanıyorsa, muhakkak orada bir çeviri, yorum veya anlama hatası vardır. Derhal şeytandan Allaha sığınalım ve hakikati aramayı sürdürelim. Kuranı anlamak için usul ilkeleri… “Kuranı doğru anlamak için neler yapabiliriz?” sorusunun en önemli cevabı, Kuranı Kurana mahsus usul ilkeleriyle okumaktır. Kuranı anlamak için gerekli olan usul ilkelerine dair bir kaç kitap okuyabiliriz. Usul kitapları da mezheplere göre farklılaşabildiğinden, farklı bakış açılarından doğru noktaya ulaşmamız birden fazla kitapla mümkün olur. Usulü kavramadan Kur’anı rasgele anlamlandırmak, yanlış anlamalarda boğar insanı… Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder sözü tecelli eder. Şu usul inceliklerine dikkat edelim 1-Allah emirlerini ve bildirimlerini farklı ayetlerde parça parça indirerek tamamlamıştır. Örneğin bir ayette içkinin faydaları da zararları da olduğunu bildirirken, diğer ayette sarhoşken namaza yaklaşmayı yasaklıyor, başka bir ayette ise içkiyi yasaklıyor. Bu ve benzeri ayetleri birbirinden ve bütünlükten bağımsız ele aldığımız zaman yanlış ve Kurana aykırı mantıksal çıkarımlarda boğulabiliriz. Hepsini bir araya getirdiğimizde ise anlam bütünlüğünü buluruz. Dolayısıyla, bir meseleyi anlamak için onunla ilgili tüm ayetleri bir araya getirmek ve üzerlerinde toplu düşünmek gerekir. Bunun yolu da da Yunus 100 ayetinin bütün müslümanlara farz kıldığı aklı azami ölçüde eğitmekten, kapsamlı düşünebilen bir akıl geliştirmekten geçiyor. Allah inkarın ve batıllara inanmanın aklı kullanmamaktan kaynaklandığını bildiriyor, unutmayalım bunu. 2-Kuranın sadece konularına göre ayetleri değil, Kuranın kendisi tamamıyla bir bütün olarak, manasını tamamlar. Bazen kuranın bir ucundaki ayeti tam ve kusursuz kavrayabilmek için dieğer ucundaki başka bir konudaki ayeti de bilmek gerekebilir. Bu yüzden hedefimiz Kuranın bütününü kavramaya ve tekrar tekrar her ayeti o bütünlükle uyum içerisinde idrak etmeye çalışmak olmalıdır. 3-Kur’an alıştığımız sistematik dilde bir eser değil, edebi bir kitaptır. Okumaya alışkın olduğumuz kitapların özelliği, satır aralarında anlam gizleyecek zenginlikte olmaması, bir kere okuduktan sonra tekrar okumaya nadiren ihtiyaç göstermesi ve çağı geçince de sönüp gitmesidir. Kuranın ise eşsiz bir anlam zenginliği, harflerine, kelimelerinin dizilişine kadar şaşırtıcı şekillerde sinmiş durumdadır. Bu yüzden sadece belli bir eğitim düzeyindeki kişiler birer defa değil, her asrın farklı eğitim düzeyindeki insanları ömür boyunca bitmeyen bir merakla okumaktadır. Kur’an mecazları, benzetmeleri, Arap edebiyatının şaheseri diyeceğimiz muhteşem sanatları içeren şiirden öte, taklit edilemez bir sanatlı sözler manzumesidir. Bu nedenle kusursuz çevrilemez ve anadili Arapça olanlar da Kur’anı bu gibi nedenlerle kusursuz anlayamazlar. Bir yeri kavrayamadığımızda bu hususu hatırlayalım. Kuran tüm ayetleriyle bir bütündür. 4- Kurana bir bütün olarak iman etmek, tüm ayetlerinin kıyamete kadar geçerli olduğuna itikat etmek şarttır. Kuranda çelişki, tutarsızlık olmadığı, Allah’ın sünnetinde, yani şeriatında, ayetlerinde, kanun, ilke ve kurallarında değişme olmadığı ve Kuran’ın Allah’ın korumasında bulunduğu apaçık ayetlerle ifade edilmiştir. Bu konuda korkunç bir yanlış itikatlara yerleşmiştir Mezheplerde, muhkem hadislerin çelişen ayetlerin hükmünü veya sonradan inen ayetlerin önceden inen bazı ayetlerin hükmünü kaldırdığı itikadı mevcuttur. Bir ayet yanlış yorumlanarak bu kanaat oluşturulmakta ve sonra da beşer aklıyla her alim kendi kafasından hangi ayetle hangi ayetin hükmünün kalktığına hükmedebilmektedir. Oysa Allah’ın lütfuna eren her akıl, Kuran’da bir ayetin diğerinin hükmünü kaldırdığı bir çelişki olmadığını, bütün ayetlerin birbiriyle tutarlılığının anlaşılabileceğini bilir ve kabul eder. Bu itikada karşılık bir de tarihselcilik var ki, kimi ayetlerin hükümlerini çağına, zamanına bağlı kılmaktadır. Allah’ın elbette ki zamanının Araplarına özel emirleri vardır. Ancak özel veya genel bütün emirleri, şartları ve bağlamlarının getirdiği anlam itibariyle sonsuza dek geçerlidir. Gerçek müminin itikadı bu olmalıdır. Ümmetin asırlardır içinde bocaladığı bu korkunç yanlışa karşı en küçük uyarıya korkunç bir saldırı başlatılmaktadır. Bu yüzden bu itikat belasından bir maddi bela bizi mecbur bırakmadan çıkabileceğimiz konusunda yüreğim umutsuzdur. 5-Her ayeti her aklın anlayamamasının bir sebebi de Allah’ın dilediği şu takdirdir Allah ayetleri muhkem ve müteşabih diye ikiye ayırmıştır. Ali İmran, 7 Muhkem ayetleri her sıradan zihin anlayacağını bildirmiştir. Allah’ın emir ve yasaklarını ortaya koyan bu ayetler bizim islam ahlakını edinip cennete kavuşmamıza yeterlidir. Fakat müteşabih ayetler, daha derin ilim sahiplerine hitap eden ve bazı hikmetlerle manaların örtüldüğü, farklı manalara gelebilecek, gaibe dair bilgiler veren ayetlerdir. Biz eksik ilmimiz nedeniyle bu ayetlerin hakiki manasını bilmesek de hepsine iman etmişiz. Bir ilahiyatçı veya cahil bir yazar Kuranın bir müteşabih ayetini topluma anlatmaya çalışırken kendi aklınca bir somutlaştırma yapabilir. Cennet veya cehenneme dair tasvirler hakkında farklı şeyler söyleyebilir. Bu tür derin konuların eğitimini almamış halkın anlayabileceğinden daha derin bir üslupla ulema veya ilimde derinlik arayanlar arasında dolaşması daha makuldür. Bunları ekranlara çıkıp da ateşli şekilde tartışmak doğru bir yol değildir. Görevimiz Kuranı muykem ayetler itibariyle anlamak, yaşamak ve geri kalanı da öğrenmekle birlikte, anlayamasak da kayıtsız şartsız iman etmektir. 6- Kuranı anlamak için çok önemli bir incelik de şudur Kuranı akıl kendiliğinden anlamaz. Kuranı aklın ne kadar anlayacağını, hikmetlerinin kalbe ne kadar ineceğini, kişinin liyakatine göre ancak Allah takdir eder. Bu yüzden mümin Kurana muhakak temizlenmiş olarak dukanarak ve euzu besmele çekerek Allah’a saygısını ifade etmelidir. Yüreğinde samimi bir tevazu, haşyet, hakikat arzusu ve ilahi sevgi bulunmalıdır. Benzersiz bir mucize! Zira Kuranın bir mucize yönü, ayetlerinin müminlerin imanını arttırması ve inkarcıların da küfrünü arttırmasıdır. Bu mucize bir özelliktir ve Allah bu durumu mucize bir üslupla ve ayetlerin beyan şekliyle sağlamıştır. Bu açıdan bir inkarcı herhangi bir ayete küfür penceresinden bakarak alay konusu yapabilir ve kendisini kandırır. Kibirli ve aklına pek güvenen bir mümin de, Kuranda çelişki, anlamsızlık var gibi şeytani bir zanna kapılabilir. “Biz Kur’ân’ı müminlere şifa ve rahmet olarak indiririz. Ama o, zalimlerin ise sadece ziyanını artırır.”İsra,17/82. Kuranı anlamak için neler yapmalıyız? 7-Son olarak, Arapça öğrenmeli miyiz? Elbette imkanımız var ise niye bekliyoruz ki? Fakat, dediğim gibi, bu zamandaki teknoloji nedeniyle, Kuranı anlamak için Arapçayı detaylıca öğrenmek şart değildir. Çok sayıda Kuran mealleri bilgisayar ortamında çok sayıda çevirisiyle karşılaştırmalı olarak mevcuttur. Arapça kelimelerin manalarını ve etimolojilerini araştırabileceğimiz veri tabanlarına ulaşabiliyoruz. Zaten esas önemli olan da, tek bir ayetin manasından ziyade ilgili ayetleri bir araya getirerek tümünün anlam bütünlüğü üzerinde düşünmektir. Ki, tarih boyunca bu denli derin tetkiki saniyerek içerisinde yapabilecek bir tekkik fırsatı bilgisayarlar sayesinde ilk kez çağımız müslümanlarına nasip olmuştur. Kuranı hakkıyla anladık mı müminler olarak? Şu ayetleri düşünelim “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır.” En’am, 159 “Hep birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bölük bölük olmayın.” Ali İmran, 103 Hristiyanlar ve Yahudiler dinlerini farklı farklı yorumladıkları zamanlar içinde yüzlerce mezhebe ayrılmamış mıydı? Aynı felakete karşı Allah’ın bizi uyardığı iki ayeti verdim yukarıda. Aynı felakete düşmedik mi? Bir bakın ümmetin haline. Bir sürü mezhep, bir sürü tarikat, cemaat ayrımcılık yapıyor. Siyasiler dini siyasete alet ediyor, gücü ele geçiren dini kullanarak gücünü korumaya çalışıyor. Oysa Allah dinini hiç bir tarikatın, cemaatin, mezhebin, siyasi partinin, din veya edvlet adamının güdümüne bırakmamıştır. Allah’ın dini doğrudan Allah ile mümin kulları arasındadır. Din için yapılan kurumsallaşmalar da otoriterleşip dini yönetmek için değil, dine hizmet etmek için çalışırlarsa meşru olurlar. Biz müminler yüce kitabımızın hükümlerini ya çarpıtarak veya ihmal ederek çiğnedik ve bunun sonucunda birliğimizi bütünlüğümüzü yitirdik. Bizi birbirimize karşı nasıl kullandıklarını görüyorsunuz. Müslüman devletleri birbirlerine karşı savaştırıyorlar. Bir cemaati diğer cemaate kırdırıyorlar. Yalanlarla, fitnelerle, dini tekellerine almakla veya başka yollarla… Ümmetin parçalanması Kuranı anlamadığımızı gösteriyor! Kimi asılsız nüzul sebebi iddiasıyla, kimi uydurma hadisle ayetin manası saptırılıyor, kiminin Arapçası veya kiminin Türkçesi bozuk oluyor. Meallerde bir çok hata oluyor bu yüzden… Kimi tefsirlerde de bir sürü israiliyat ve efsane metne katılarak manalar gölgelenmiş. Kimisi, zamanın bilimine göre Kuranı yorumluyor ve Kuranı bilimsel zannın sınırlarına hapsediyor. Belki o bilimsel veri yanlış veya ileride yanlışlanacak! Kimi sadece din eğitimi almış, akıl, mantık eğitimi yetersiz. Kimi Allah’ın emrettiği doğa ilimlerinden gafil, ezberci ve düşüncesiz din anlayışıyla yetişmiş. Ezberlediği nakillerle ve aklını çalıştırmadan milyonlarca Müslümanı batıl bataklığına sürüklediğinin farkında değil. İslam tarihine bakıyorsunuz… Nice ulema birbiriyle kavga halinde… Birinin a dediğine öbürü b diyebilmiş ve bugün aynı durum geçerli… Ortadaki samimi müslümanlar da ya hüsnü zan edip hepsine hürmet edelim, aman bir kavga yok diyelim, görmezden gelelim tavrı içerisindeler. Veya bir tarafın fikrine vahiy muamelesi yapıp, meselelerin özünü anlayamadan cepheye geçiyor. Kimi de taklit ettikleri kişiye takılıp, farklı düşünenleri batıl, sapık ilan edenleri taklit ediyor. Bugünün eskiden farkı, eskiden halk okuma yazma bilmezdi, bilse okuyacak kitap bulamazdı, internet yoktu ve milletin tartışmalardan haberi olmazdı. Şimdi herkes görüyor, duyuyor. Bir yıllık tarihin ürettiği ve kimsenin çözmeye cesaret edemediği bu din karmaşası bütün ümmete yayılıyor. Çareyi interneti yasaklamakla bulacaklarını sanıyorlar. Hayır, böyle yaparak düşmanlarınızı büyütür ve halkınızın imanını perişan edersiniz! Kendinize geliniz, Allah’ın kitabına güveniniz. Allah’tan başkalarına kulluğu bırakıp, mutlak gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayacak akıl ve ilim yolunu açınız! Halkınızı kişilerin kulu olmaktan çıkarıp, hakkın kulu ve hikmetin hizmetkarı yapınız. Kuranın manasına sımsıkı sarılalım! Kuranı anlamak için çalışırken, meallerdeki kimi mantık hataları ve çelişkiler beni Kur’anı doğrudan araştırmaya ittiğinde, ortada çok ciddi bir Türkçe sorunu bulunduğunu fark ettim. Bu yüzden de manasından şüphelendiğim ayetin hemen orjinaline, kaynağına inmeyi ve farklı yorumları çalışarak gerçek anlamı bulmayı ve buna göre meal vermeyi bir yöntem edindim. Bir miktar Arapça dersi aldım. Kuran çalışmak yeryüzünde mümkün olabilecek en yüce ilme çalışmaktır. Hiç bir ilim müminin, Rabbim bize ne emrediyor diyerek Kuranı çalışmasından daha sevaplı olamaz. Fakat unutmamalı ki bu bir yolculuktur. Kuranı Kerimin tamamını baştan sona anlayarak okumadan ve hatta mümkünse bir kaç kez düşüne düşüne okumadan, artık okuduğum her ayetin manasını doğru anlayabilirim zannına kapılmasın kimse… Böyle bir ilim derinliği edinmeden Kuran okuyan mesela kumarı, içkiyi, faizi ve hatta zinayı bile meşru zannedebilir. En önemlisi ise Kuranı yaşamaktır. Kuranı anlamak için çabalarsak ne olacak? Anladıktan sonra yaşamazsak vah halimize! Kuran bir roman değildir, yegane sonsuz kurtuluş rehberidir ve Kuran ancak, yoluna uyanları kurtarır. Hedefimiz hayatımızı Rabbimizin buyruklarına göre düzenlemek olmalıdır. Faiz haramdır dediyse, Allah’ın emrettiği ineği kesmemek için bin dereden su getiren Yahudiler gibi, faize bulaşmayı meşrulaştırmaya çalışmayalım. Yüreğimiz Rabbimizden yana atsın. Allah’ın şöyle buyurduğunu anladıysak, bıçak gibi kesilsin herşey, kayıtsız şartsız boyun eğelim. Özetle, Kuranı anlamak için, Bütün müminler Kur’anın manasını anlama yarışına girelim. Kuran mealini abdestle, besmeleyle, tam teslimiyetle doktora çalışır gibi çalışalım. Anlamadığımız derin manaları Rabbimizden öğrenmeyi dileyelim. Az da olsa Arapça dilini ve Kuran kelimelerini öğrenmeye başlayalım. Alimlerin ilgili kitaplarını mutlak teslimiyetle değil, eleştirel ve karşılaştırmalı okuyalım. Birden çok meal ile eş zamanlı çalışabiliriz. Bkz. Kuran ayetleri dışındaki hiç bir veri hakkında kesin ve kapalı olmayalım. Yüreklerimiz Rabbimizden sıklıkla ilim ve hikmet dilesin. Azıcık bir kibrin, peşin hükmün dahi ilmin kapısını kapayabileceğini unutmayalım. Kuran-ı Kerim ilimsiz müminlerin kurtulmasına yetecek kadar açık, fakat ulemanın keşfetmekle bitiremeyecekleri kadar derin ve gizemli ilim kaynağı bir yüce Nur’dur. Allah yüreklerimizi bu mübarek Nur’un derinliği ile zenginleştirsin. Bu nuru bize hissettirsin ve bu nurdan nasibimizi arttırsın. Muhammed Bozdağ 3-ÂLİ İMRÂN 100. Ayet يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ فَرِيقًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ يَرُدُّوكُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tutîû ferîkan minellezîne ûtûl kitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirînkâfirîne. Bayraktar Bayraklı Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevk ederler. Edip Yüksel Gerçeği onaylayanlar! Kitap halkından bir kısmına uyarsanız gerçeği onaylamanızdan sonra sizi inkârcılığa döndürürler. Erhan Aktaş “Ey iman edenler! Kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, sizi, imanınızdan sonra tekrar kâfir yaparlar.” Muhammed Esed Siz ey imana ermiş olanlar! Önceki çağlarda kendilerine vahiy verilenlerden bir fırkaya uyarsanız, iman ettikten sonra yeniden hakikati reddetmenize sebep olabilirler. Mustafa İslamoğlu Siz ey bu vahye iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir fırkaya uyarsanız, sizi imanınızdan sonra yeniden inkara döndürürler. Süleyman Ateş Ey inananlar, Kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra, onlar sizi döndürüp kâfir yaparlar. Süleymaniye Vakfı Ey inanıp güvenenler! Kendine kitap verilenlerin bir kesimine uyarsanız, inanıp güvendikten sonra sizi ayetleri görmeyecek hale getirirler kâfir yaparlar. Yaşar Nuri Öztürk Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir zümreye boyun eğerseniz sizi, imanınızdan sonra kâfirler haline getirirler. Ayetin Tefsiri MEAL 100. Siz ey bu vahye iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir fırkaya uyarsanız, sizi imanınızdan sonra yeniden inkâra döndürürler. 100. Ey Müminler! O bir grup Yahudiye uyarsanız bilin ki onlar sizi imanınızdan vazgeçirip inkârcılığa döndürürler. 100. “Ey İnananlar! Kitab verilenlerin birtakımına uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi kâfir olmağa çevirirler.” 100. Ey Evs ve Hazrec kabilelerine mensup müminler! İçinizde fitne çıkarmak isteyen bazı Yahudilerin oyununa gelip de aranızdaki kardeşlik duygusundan uzaklaşarak ve küfrün özelliği olan kin ve öfkeye kapılıp birbirinizi öldürerek cahiliyedeki hayat tarzınıza geri dönmeyin. H,E;M,C TEFSİR Bu İslâm ümmeti, her yönüyle farklı, tek ve açık olan Allah’ın nizamı üzere yeryüzünde gelişmesini sürdürmek için gelmiştir. Bu ümmet insan hayatında, kendisinden başka kimsenin yerine getiremediği özel rolünü ifa etmek için öncelikle varlığını Allah’ın hayat için koyduğu metoddan alarak yeryüzünde O’nun metodunu yerleştirmek ve onun için de nassların; hareket, amel, prensip, ahlâk, gidişat ve ilişkilere dönüştüğü gözle görünen pratik bir hayat nizamı şeklinde gerçekleştirmek için varolmuştur. Bu ümmet her konuda yalnızca Allah’a başvurmak zorundadır. Beşerden birisine başvurmaksızın, beşerden birine tabi olmaksızın ve beşerden birine itaat etmeksizin yalnızca Allah’a başvurarak beşeriyet önderliğini yerine getirmelidir. Bunu yapmadıkça, varlığının hikmetini gerçekleştirmiş, kendi yolunda istikamet bulmuş ve tamamen farklı, özel ve pratik hayat nizamını yerleştirerek yeryüzünde bu şekilde parlak ve biricik gelişmesini tamamlamış sayılmaz. Evet, ya bu, ya da küfür, sapıklık ve bozulma… Bu, her münasebette Kur’an’ın te’kit edip tekrarladığı bir hakikattir. Müslüman cemaat her fırsatta kendi prensiplerini, düşüncelerini ve ahlâk kurallarını bu hakikat üzerine bina eder. İşte burada konu edilen budur; her fırsatta ehl-i kitapla girişilen mücadele ve onların Medine’deki müslüman cemaate yönelik tuzak ve komploları. Ancak konu, sadece Medine’dekilerle sınırlı değildir. Her nesilden müslümanlara hitabeder. Çünkü hayatlarının ve varlıklarının temel kuralı budur. Bu ümmet insanlığa önderlik yapmak için varolmuştur. O halde, değiştirip Allah’a bağlamak ve Allah’ın metoduyla kendisine önderlik yapmak için geldiği cahiliyyeye herhangi bir konuda başvurabilir mi? Veya önderlik görevinden uzaklaştığı an varlığının bir önemi kalır mı? Tabii ki bu durumda varlığının bir hikmeti olamaz. Evet, bu ümmet önderlik için varolmuştur. Sağlam bir düşüncenin, akidenin, bilincin, ahlâkın, düşünce ve idarenin önderliği… Ancak böylesine sağlıklı ortamlarda akıllar gelişebilir, kâinatın sayfalarını açıp tanıyabilir ve sırlarını çözebilir. Bu durumda, kâinattaki güçleri, enerji kaynaklarım ve hazinelerini hizmetine alabilir. Ancak, bütün bunları elde edecek, tümüne egemen olacak, yıkıp yok etmekle tehdit etmeyip insanlığın iyiliği için kullanacaktır. Bu da ancak, bütün bu kaynakları felaketler ve şehvetler için kullanmayacak bir iman önderliği sayesinde ve direktiflerini Allah’ın kullarından değil de bizzat Allah’tan alarak hidayete ermiş müslüman cemaatin önderliğinde olmakla mümkündür. İşte burada, bu derste, müslüman ümmet kendisinden başkasına uymaktan sakındırılarak, sağlıklı bir ortamın oluşturulmasının yolu açıklanıyor. Öncelikle ehl-i kitaba uymamaları, aksi takdirde kendisini kurtuluşu olmayan küfre sevk edecekleri konusunda uyarılıyorlar Dini bozmaya çalışan ehl-i kitabın bu pisliklerini anlattıktan sonra Rabbimiz, şimdi de müslümanlara seslenerek onlara uymama konusunda, onların oyunları karşısında uyanık olmamız konusunda bizleri uyarıyor Rabbimiz. Ey iman edenler, ey amenu yapanlar, ey inandığını iddia edenler, ey buraya kadar anlatılanların iman boyutunu kabul eden ve bundan sonra sunulacak olanlara iman boyutuyla bakacak olanlar. Ey buraya kadar ortaya konulanlara inanan, ama şuna da inanması gerekecek olanlar demek olacaktır mânâ. Hani kitabımızın başka bir âyetinde öyle deniyordu 10-11. “Ey İnananlar! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah’a ve peygamberine inanır, Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur.” Veya başka bir yerde de Ey mü’minler, size bir yol tarif edeyim mi ki sizi o elim azaptan kurtarsın? buyurulduktan sonra Tü'mi-nûne billêh Allah’a inanırsınız.” deniyordu. Yâni ey iman edenler, eğer Allah’a inanırsanız kurtulursunuz deniyordu. O zaman ne oluyor mânâ? Ey inandığını iddia edenler, ey buraya kadar anlatılanlara iman etmesi gerektiğini kabul edenler demek olacaktır. Değilse ey iman edenler, ey namaza, oruca iman edenler demek değildir mânâ. Ey bu 99 âyette anlatılan iman birimlerine inandığını iddia eden kişi sana sesleniyorum! Yoksa iman sadece namaz ve oruçtan ibaret değildir herkesin zannettiği gibi. Meselâ, hey sen gözlüklü arkadaş! denilse, içimizde kim gözlüklüyse ona hitap ediliyor demektir değil mi? Öyleyse ey iman edenler, ey iman iddiasında bulunup, o yolda olduğunu savunanlar. Eğer kendilerine kitap verilenlerin birine siz uyarsanız, itaat ederseniz, kitapçılardan kimilerini dinlerseniz, kitaplılardan kimilerine kulak verir itaat derseniz onlara, onların sözleriyle hayat programlarınızı düzenlemeye kalkarsanız. Ehl-i kitap kaynaklı bir hayatın mahkûmu olursanız. Tevrat’ı, İncil’i bırakıp ta, Mûsâ’ya, Îsâ’ya imanı terk edip te, kendi hevâ ve heveslerine göre bir din, bir hayat yaşamaya başlayan bu ehl-i kitaba uyarsanız, onlar gibi olmaya, onlar kaynaklı yaşamaya kalkarsanız Kesinlikle bilesiniz ki sizi imanınızdan sonra kâfirler olma konumuna döndürürler, sizi imanınızdan sonra küfre düşürürler, küfre çevirirler, ona itekleyiverirler. Mü’min olduktan sonra sizi kâfir yaparlar. Kendi dünyalarına, kendi hayatlarına, kendi küfürlerine çekerler sizi. Yâni siz Allah’la beraberlik kurduktan sonra, Allah’a imanınızı gündeme getirdikten sonra, ne yapıp yapıp onun kamuflajını sağlarlar onlar. Zira küfür kamufle idi, örtme idi, örtbas etme idi. Yâni böyle ediverirler size. Onlar bunu severler, seve seve yaparlar bunu. Yâni sizin size dininizi örttürürken, inancınızı kâmufle ettirirken gözünüzün yaşına bile bakmazlar, canınıza okurlar. Öyleyse ey iman edenler, sakın ha, hem Allah’ı Rab bileceksiniz, Allah’ı söz söyleme makamında bileceksiniz, hem peygamberi üsve-i hasene bileceksiniz, hem ondan mesaj alacaksınız, hem onu kabulleneceksiniz, ondan sonra da tutup başkalarını dinleyeceksiniz. Hem Allah ve Resûlünü dinleyecek, hem de ehl-i kitap dünyayı dinleyeceksiniz. Olmaz bu. Kesinlikle olmaz. Yâni bu adamların da kitabı var, bunlar da Allah’a iman ediyorlar diye Allah’la birlikte bunları da dinlemeye kalkışmanız asla sizin için mâzeret değildir. Çünkü nice kitap bilgisi olanlar var ki aslında kitaptan haberleri filân yoktur da kendilerinin sözlerini bunlar kitaptandır diye, bunlar Allah’tandır diyerek sizi saptırmaya çalışırlar. Daha önce demeye çalışmıştım onu. Dillerini Allah’ın kitabına eğer bükerler de sizler de bunu Allah kitabı zannedersiniz. Size böyle eğik bükük laflarla, yâni İslâm’a yönelik kimi ara nağmeleriyle, Allah, tanrı gibi laflarla güya size bunu Allah’tandır diye kakıştırmaya çalışırlar. Aman ha onları dinlemeyin. Kesin bilin ki onlar sadece zan bilirler, zanna tabi olurlar, kendi zanlarını, kendi ümniyyelerini Allah’tanmış gibi size sunmaya çalışırlar deniyordu. Öyleyse bize düşen kitaplı olduğunu iddia eden insanların, yâni Allah’tan gelen mesajdan haberdar olduğunu iddia eden insanların tavırlarını böyle balıklama kabulden yana olmayacağız. Bunlar İslâm’ı biliyor, bunlar Allah peygamber diyor, âyet de okuyorlar bazen, bu adam bu işten haberdar, bu işi kıvırıyor galiba, demeyeceğiz, onun söyledikleri bize neye mal oluyor diye düşüneceğiz. Yoksa bizi küfre mi çekiyor bu insanlar? Yoksa bizim imanımızı kâmufle etmeye mi çağırıyorlar? diye müteyakkız olacağız. Arkadaşlar, bu âyetleri okuduktan sonra şöyle bir korku belirdi bende. İmandan sonra sizi kâfir yapmaya çalışırlar değil de sanki mânâ, imandan sonra imanınızı örttürmeye çalışırlar, kâmufle ettirmeye çalışırlar. Nasıl? Meselâ kadın konusunda şöyle bir imanınız vardı, onu kapattırırlar, kapaklattırırlar, onu gün yüzüne çıkartmazlar, başka şeyleri yaşatırlar size. İmanınızın, inancınızın tamamen aksine başka bir hayat yaşattırırlar. Meselâ vahiy konusunda, Kur’an ve sünnet konusunda, sosyal ilişkiler konusunda, evlenme boşanma konusunda, mal konusunda, çocuk eğitimi konusunda, kılık-kıyafet konusunda, hukuk konusunda, ekonomik hayat konusunda ve tüm konularda sizin bir imanınız vardı ya, Bakara’dan, Âl-i İmrân’dan, Nisâ’dan kaynaklanan, Buhârî’deki, Müslim’deki peygamberinizin hadislerinden kaynaklanan bir imanınız vardı ya, işte bu imanınızı örtbas ettirip size başka şeyler yaşatırlar. Sizin bu imanlarınızın üzerini örttürüp, unutturup kendilerinin güya bu Allah’tandır diye sundukları başka şeyleri size uygulatmaya çalışırlar. İmanlarınızdan kaynaklanmayan bir hayatın adamı yaparlar sizi. İnanırsınız ama bu imanınız sadece iddia planında kalıverir. İnancınız farklı, yaşantınız farklı oluverirsiniz Allah korusun. Bu âyet imandan sonra tekrar küfre dönmek şeklinde tefsir edilir. Ancak nüzul sebebi dikkate alındığında bu bize pek anlamlı gelmemektedir. Kaynaklarda özet olarak olay şöyledir 100 seneden beri aralarında kan davası olan Medineli Evs ve Hazrec kabileleri, müslüman olduktan sonra aralarındaki düşmanlığın yerini kardeşlik; kin ve öfkenin yerini sevgi ve dayanışma almıştır. Ancak Müslümanlar arasında fesat sokmak isteyen bazı Yahudiler, bu kabilelerden bazı insanların samimi bir hava içinde sohbetlerini göıünce eski olayları gündeme getirip onları tahrik etmiş, onlar da infiâle kapılarak tartışmaya başlamış ve olay gittikçe büyüyerek silâhlar çekilmiş, eski düşmanlık hortlamıştır. Olay Hz. Peygamber'e intikal edince çok üzülmüş “ben aranızdayken cahiliye günlerinize geri mi döndünüz?" diyerek üzüntüsünü belirtmiştir. Görüleceği üzere ortada dinden dönmek değil; kin, düşmanlık ve savaş gibi İslâm ile bağdaşmayan durumlar söz konusudur. Taberî de Süddî’nin şu yorumunu aktarmaktadır "Silâhlarınızı çeker, birbirinizi öldürürseniz küfre dönersiniz”. Müfessir Alûsî de âyetteki “onlara itaat ederseniz” ifadesini; onların dinine girmek olarak değil, onların yanıltıcı, aldatıcı tahriklerine kapılarak cahiliyedeki hayatlarına geri dönüş şeklinde açıklayan bir görüş nakleder. H,E;M,C Error 523 Ray ID 7383d8253bf4b94a • 2022-08-09 221432 UTC AmsterdamCloudflare Working Error What happened? The origin web server is not reachable. What can I do? If you're a visitor of this website Please try again in a few minutes. If you're the owner of this website Check your DNS Settings. A 523 error means that Cloudflare could not reach your host web server. The most common cause is that your DNS settings are incorrect. Please contact your hosting provider to confirm your origin IP and then make sure the correct IP is listed for your A record in your Cloudflare DNS Settings page. Additional troubleshooting information here. Cloudflare Ray ID 7383d8253bf4b94a • Your IP • Performance & security by Cloudflare Rivayetlere göre Ali İmran Suresinin nüzul sebebi, Medine'ye gelen Necran Hristiyanları ile Peygamber Efendimiz arasında vuku bulan Allah inancı tartışmalarıdır. Kur'an-ı Kerim'in uzun surelerinden biri olan Ali İmran Suresi, aynı zaman Uhud Savaşı ile ilgili hususlara da değinir. Ancak bu noktada Ali İmran Suresinin tam olarak ne zaman tamamlandığı hakkında farklı rivayetler olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla surede bahsedilen olaylar da aslında geniş bir zamana aralığına yayılmaktadır. İşte Ali İmran Suresi meali, Türkçe okunuşu ve Ali İmran faziletleri hakkında merak edilenler... Ali İmran Suresi Arapça Okunuşu Ali İmran Suresi okunuşu yazımızda Latin alfabesiyle aktarılmıştır. Arap alfabesini okumayı bilmeyenler Latin alfabesi üzerinden sureyi okuyarak kolaylıkla ezberleyebilir. Buna ek olarak kolaylıkla erişilebilecek okuma ya da tilavet örnekleri incelenerek telaffuz sorunlarının da önüne geçilebilir. lâm mîm. lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûmkayyûmu. aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet tevrâte vel incîlincîle. kablu huden lin nâsi ve enzelel furkânfurkâne, innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîdşedîdun, vallâhu azîzun zuntikâmzuntikâmin. lâ yahfâ aleyhi şey’un fîl ardı ve lâ fîs semâ’semâi. yusavvirukum fîl erhâmi keyfe yeşâ’yeşâu, lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîmhakîmu. enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihâtmuteşâbihâtun, fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâhillâllâhu, ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâbelbâbi. lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmehrahmeten, inneke entel vehhâbvehhâbu. inneke câmiun nâsi li yevmin lâ raybe fîhfîhî, innallâhe lâ yuhliful mîâdmîâde. keferû len tuğniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’âşey’en, ve ûlâike hum vekûdun nârnâri. de’bi âli fir’avne, vellezîne min kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdul ıkâbıkâbi. lillezîne keferû se tuglebûne ve tuhşerûne ilâ cehennemcehenneme, ve bi’sel mihâdmihâdu. kâne lekum âyetun fî fieteynil tekatâ fietun tukâtilu fî sebîlillâhi ve uhrâ kâfiratun yeravnehum misleyhim ra’yel aynayni, vallâhu yûeyyidu bi nasrihî men yeşâ’yeşâu inne fî zâlike le ibreten li ulîl ebsârebsâri. lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel harsharsi, zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂBmeâbi. e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâhminallâhi, vallâhu basîrun bil ıbâdıbâdi. yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nârnâri. sâbirîne ves sâdıkîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil eshâreshâri. ennehû lâ ilâhe illâ huve, vel melâiketu ve ulûl ilmi kâimen bil kıstkıstı, lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîmhakîmu. dîne indâllâhil islâmislâmu, ve mâhtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâbhısâbı. in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâdibâdi. yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri hakkın ve yaktulûnellezîne ye’murûne bil kıstı minen nâsi, fe beşşirhum bi azâbin elîmelîmin. habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhirahâhirati, ve mâ lehum min nâsırînnâsırîne. lem tera ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yud’avne ilâ kitâbillâhi li yahkume beynehum summe yetevellâ ferîkun minhum ve hum mu’ridûnmu’ridûne. bi ennehum kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdâtma’dûdâtin, ve garrahum fî dînihim mâ kânû yefterûnyefterûne. keyfe izâ cema’nâhum li yevmin lâ raybe fîhi ve vuffiyet kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûnyuzlemûne. mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ’teşâu, ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’teşâu, bi yedikel hayrhayru, inneke alâ kulli şey’in kadîrkadîrun. leyle fîn nehâri ve tûlicun nehâra fîl leylleyli, ve tuhricul hayya minel meyyiti ve tuhricul meyyite minel hayyhayyi, ve terzuku men teşâu bi gayri hısâbhısâbın. yettehizil mu’minûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minînmu’minîne, ve men yef’al zâlike fe leyse minallâhi fî şey’in illâ en tettekû minhum tukâtatukâten, ve yuhazzirukumullâhu nefsehnefsehu, ve ilallâhil masîrmasîru. in tuhfû mâ fî sudûrikum ev tubdûhu ya’lemhullâhya’lemhullâhu, ve ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardardı, vallâhu alâ kulli şey’in kadîrkadîrun. tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min sû’sûin, teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâbaîden, ve yuhazzirukumullâhu nefsehnefsehu, vallâhu raûfun bil ıbâdıbâdi. in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîmrahîmun. etîûllâhe ver resûlresûle, fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirînkâfirîne. âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle imrâne alel âlemînâlemîne. ba’duhâ min ba’dba’din, vallâhu semîun alîmalîmun. kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîmalîmu. lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leysez zekeru kel unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mineş şeytânir racîmracîmi. tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyyal mihrâbe, vecede indehâ rızkârızkan, kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâhindillâhi, innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâbhısâbın. deâ zekeriyyâ rabbehrabbehu, kâle rabbi heblî min ledunke zurriyyeten tayyibehtayyibeten, inneke semîud duâ’duâi. nâdethul melâiketu ve huve kâimun yusallî fîl mihrâbi, ennallâhe yubeşşiruke bi yahyâ musaddikan bi kelimetin minallâhi ve seyyiden ve hasûran ve nebiyyen mines sâlihînsâlihîne. rabbi ennâ yekûnu lî gulâmun ve kad beleganiyel kiberu vemraetî âkirâkirun, kâle kezâlikellâhu yef’alu mâ yeşâ’yeşâu. rabbic’al lî âyehâyeten, kâle âyetuke ellâ tukellimen nâse selâsete eyyâmin illâ remzâremzan, vezkur rabbeke kesîran ve sebbih bil aşiyyi vel ibkâribkâri. iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemînâlemîne. meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiînrâkiîne. min enbâil gaybi nûhîhi ileykileyke, ve mâ kunte ledeyhim iz yulkûne eklâmehum eyyuhum yekfulu meryeme, ve mâ kunte ledeyhim iz yahtesımûnyahtesımûne. kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minhu, ismuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ vel âhırati ve minel mukarrabînmukarrabîne. yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihînsâlihîne. rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşerbeşerun, kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’yeşâu izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûnyekûnu. yuallimuhul kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîlincîle. resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâhiznillâhi, ve ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâhiznillâhi, ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehırûne, fî buyûtikum inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minînmu’minîne. musaddikan limâ beyne yedeyye minet tevrâti ve li uhılle lekum ba’dallezî hurrime aleykum ve ci’tukum bi âyetin min rabbikum fettekûllâhe ve etîûnetîûni. rabbî ve rabbikum fa’budûhfa’budûhu, hâzâ sırâtun mustakîmmustakîmun. lemmâ ehassa îsâ min humul kufre kâle men ensârî ilâllâhilâllâhi, kâlel havâriyyûne nahnu ensârullâhensârullâhi, âmennâ billâhbillâhi, veşhed bi ennâ muslimûnmuslimûne. âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidînşâhidîne. mekerû ve mekarallâhmekarallâhu, vallâhu hayrul mâkirînmâkirîne. kâlellâhu yâ îsâ innî muteveffîke ve râfiuke ileyye ve mutahhiruke minellezîne keferû ve câilullezînettebeûke fevkallezîne keferû ilâ yevmil kıyâmehkıyâmeti, summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi tahtelifûntahtelifûne. emmellezîne keferû fe uazzibuhum azâben şedîden fîd dunyâ vel âhıreti, ve mâ lehum min nâsirînnâsirîne. emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrehum vallâhu lâ yuhibbuz zâlimînzâlimîne. netlûhu aleyke minel âyâti vez zikril hakîm hakîmi. mesele îsâ indallâhi ke meseli âdemâdeme, halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûnyekûnu. hakku min rabbike fe lâ tekun minel mumterînmumterîne. men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke minel ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibînkâzibîne. hâzâ le huvel kasasul hakkhakku, ve mâ min ilâhin illâllâhillâllâhu, ve innellâhe le huvel azîzul hakîmhakîmu. in tevellev fe innallâhe alîmun bil mufsidînmufsidîne. yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâhdûnillâhi, fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûnmuslimûne. ehlel kitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme ve mâ unziletit tevrâtu vel incîlu illâ min ba’dihba’dihî, e fe lâ ta’kılûnta’kılûne. entum hâulâi hâcectum fî mâ lekum bihî ilmun fe lime tuhâccûne fî mâ leyse lekum bihî ilmilmun, vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûnta’lemûne. kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâmuslimen, ve mâ kâne minel muşrikînmuşrikîne. evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâzan nebiyyu vellezîne âmenû vallâhu veliyyul mu’minînmu’minîne. tâifetun min ehlil kitâbi lev yudillûnekum ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûnyeş’urûne. ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi ve entum teşhedûnteşhedûne. ehlel kitâbi lime telbisûnel hakka bil bâtılı ve tektumûnel hakka ve entum ta’lemûnta’lemûne. kâlet tâifetun min ehlil kitâbi âminû billezî unzile alellezîne âmenû vechen nehâri vekfurû âhirahu leallehum yerciûnyerciûne. lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâhyedillâhi, yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîmalîmun. bi rahmetihî men yeşâ’yeşâu, vallâhu zul fadlil azîmazîmi. min ehlil kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileykileyke, ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâkâimen, zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîlsebîlun, ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûnya’lemûne. men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekînmuttekîne. yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîmelîmun. inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâbi ve mâ huve minel kitâbkitâbi, ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâhindillâhi, ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûnya’lemûne. kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûntedrusûne. lâ ye’murekum en tettehizûl melâikete ven nebiyyîne erbâbâerbâben, e ye’murukum bil kufri ba’de iz entum muslimûnmuslimûne. iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidînşâhidîne. men tevellâ ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûnfâsikûne. fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve ileyhi yurceûnyurceûne. âmennâ billâhi ve mâ unzile aleynâ ve mâ unzile alâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ven nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum, ve nahnu lehu muslimûnmuslimûne. men yebtegi gayral islâmi dînen fe len yukbele minhu, ve huve fîl âhirati minel hâsirînhâsirîne. yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim ve şehidû enner resûle hakkun ve câehumul beyyinâtbeyyinâtu vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimînzâlimîne. cezâuhum enne aleyhim la’netallâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaînecmaîne. fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûnyunzarûne. tâbû min ba’di zâlike ve aslehû fe innallâhe gafûrun rahîmrahîmun. keferû ba’de îmânihim summezdâdû kufran len tukbele tevbetuhum, ve ulâike humud dâllûndâllûne. keferû ve mâtû ve hum kuffârun fe len yukbele min ehadihim mil’ul ardı zeheben ve leviftedâ bihbihî, ulâike lehum azâbun elîmun ve mâ lehum min nâsırînnâsırîne. tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûntuhibbûne, ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîmalîmun. taâmi kâne hillen li benî isrâile illâ mâ harrame isrâîlu alâ nefsihî min kabli en tunezzelet tevrâttevrâtu, kul fe’tû bit tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdıkînsâdıkîne. menifterâ alâllâhil kezibe min ba’di zâlike fe ulâike humuz zâlimûnzâlimûne. sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâhanîfen, ve mâ kâne minel muşrikînmuşrikîne. evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden lil âlemînâlemîne. âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîmibrâhîme, ve men dahalehu kâne âminââminen, ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâsebîlen, ve men kefere fe innallâhe ganiyyun anil âlemînâlemîne. yâ ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi, vallâhu şehîdun alâ mâ ta’melûnta’melûne. yâ ehlel kitâbi lime tesuddûne an sebîlillâhi men âmene tebgûnehâ ivecen ve entum şuhedâu ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûnta’melûne. eyyuhâllezîne âmenû in tutîû ferîkan minellezîne ûtûl kitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirînkâfirîne. keyfe tekfurûne ve entum tutlâ aleykum âyâtullâhi ve fîkum resûluhresûluhu, ve men ya’tesim billâhi fe kad hudiye ilâ sırâtın mustakîmmustakîmin. eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûnmuslimûne. bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâihvânen, ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûntehtedûne. minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkermunkeri, ve ulâike humul muflihûnmuflihûne. lâ tekûnû kellezîne teferrakû vahtelefû min ba’di mâ câehumul beyyinâtbeyyinâtu, ve ulâike lehum azâbun azîmazîmun. tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûhvucûhun, fe emmellezînesveddet vucûhuhum e kefertum ba’de îmânikum fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûntekfurûne. emmellezînebyaddat vucûhuhum fe fî rahmetillâhrahmetillâhi, hum fîhâ hâlidûnhâlidûne. âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakkhakkı, ve mâllâhu yurîdu zulmen lil âlemînâlemîne. lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardardı, ve ilâllâhi turceul umûrumûru. hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâhbillâhi, ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûnfâsikûne. yedurrûkum illâ ezâezen, ve in yukâtilûkum yuvellûkumul edbâredbâre, summe lâ yunsarûnyunsarûne. aleyhimuz zilletu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin minen nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimul meskenehmeskenetu, zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnel enbiyâe bi gayri hakkhakkın, zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûnya’tedûne. sevâen, min ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli ve hum yescudûnyescudûne. billâhi vel yevmil âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yusâriûne fîl hayrâthayrâti, ve ulâike mines sâlihînsâlihîne. mâ yef’alû min hayrin fe len yukferûhyukferûhu, vallâhu alîmun bil muttekînmuttekîne. keferû len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’âşey’en, ve ulâike ashâbun nârnâri, hum fîhâ hâlidûnhâlidûne. mâ yunfikûne fî hâzihil hayâtid dunyâ ke meseli rîhin fîhâ sırrun esâbet harse kavmin zalemû enfusehum fe ehlekethu ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin enfusehum yazlımûnyazlımûne. eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ ye’lûnekum habâlâhabâlen, veddû mâ anittum, kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum ekberekberu, kad beyyennâ lekumul âyâti in kuntum ta’kılûnta’kılûne. entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullihi, ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayzgayzi, kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûrsudûri. temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’aşey’en, innallâhe bi mâ ya’melûne muhîtmuhîtun. iz gadavte min ehlike tubevviul mu’minîne makâide lil kıtâlkıtâli, vallâhu semîun alîmalîmun. hemmet tâifetâni minkum en tefşelâ vallâhu veliyyuhumâ ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûnmu’minûne. lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum ezillehezilletun, fettekûllâhe leallekum teşkurûnteşkurûne. tekûlu lil mu’minîne e len yekfiyekum en yumiddekum rabbukum bi selâseti âlâfin minel melâiketi munzelînmunzelîne. in tasbirû ve tettekû ve ye’tûkum min fevrihim hâzâ yumdidkum rabbukum bi hamseti âlâfin minel melâiketi musevvimînmusevvimîne. mâ cealehullâhu illâ buşrâ lekum ve li tatmeinne kulûbukum bihbihî, ve men nasru illâ min indillâhil azîzil hakîmhakîmi. yaktaa tarafen minellezîne keferû ev yekbitehum fe yenkalibû hâibînhâibîne. leke minel emri şey’un ev yetûbe aleyhim ev yuazzibehum fe innehum zâlimûnzâlimûne. lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardardı, yagfiru li men yeşâu ve yuazzibu men yeşâu, vallâhu gafûrun rahîmrahîmun. eyyuhâllezîne âmenû lâ te’kulur ribâ ad’âfen mudâafehmudâafeten, vettekûllâhe leallekum tuflihûntuflihûne. nârelletî uiddet lil kâfirînkâfirîne. atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûnturhamûne. sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekînmuttekîne. yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâsnâsi, vallâhu yuhibbul muhsinînmuhsinîne. izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfusehum zekerûllâhe festagferû li zunûbihim, ve men yagfiruz zunûbe illâllâhu ve lem yusırrû alâ mâ fealû ve hum ya’lemûn ya’lemûne. cezâuhum magfiretun min rabbihim ve cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ve ni’me ecrul âmilînâmilîne. halet min kablikum sunenun, fe sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibînmukezzibîne. beyânun lin nâsi ve huden ve mev’ızatun lil muttekînmuttekîne. lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minînmu’minîne. yemseskum karhun fe kad messel kavme karhun misluhmisluhu, ve tilkel eyyâmu nudâviluhâ beynen nâsnâsi, ve li ya’lemallâhullezîne âmenû ve yettehize minkum şuhedâe vallâhu lâ yuhibbuz zâlimînzâlimîne. liyumahhisallâhullezîne âmenû ve yemhakal kâfirînkâfirîne. hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ya’lemillâhullezîne câhedû minkum ve ya’lemes sâbirînsâbirîne. lekad kuntum temennevnel mevte min kabli en telkavhu, fe kad raeytumûhu ve entum tenzurûntenzurûne. mâ muhammedun illâ resûlresûlun, kad halet min kablihir rusûlrusûlu, e fein mâte ev kutilenkalebtum alâ a’kâbikum, ve men yenkalib alâ akıbeyhi fe len yadurrallâhe şey’âşey’en, ve se yeczîllâhuş şâkirînşâkirîne.” mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâmueccelen, ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirînşâkirîne. keeyyin min nebiyyin kâtele, meahu rıbbiyyûne kesîrkesîrun, fe mâ vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû vallâhu yuhibbus sâbirînsâbirîne. mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirînkâfirîne. âtâhumullâhu sevâbed dunyâ ve husne sevâbil âhirehâhireti, vallâhu yuhibbul muhsinînmuhsinîne. eyyuhâllezîne âmenû in tutîûllezîne keferû yeruddûkum alâ a’kâbikum fe tenkalibû hâsirînhâsirîne. mevlâkum, ve huve hayrun nâsırînnâsırîne. nulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be bimâ eşrakû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânâsultânen, ve me’vâhumun nârnâru, ve bi’se mesvez zâlimînzâlimîne. lekad sadakakumullâhu va’dehû iz tehussûnehum bi iznihiznihî, hattâ izâ feşiltum ve tenâza’tum fîl emri ve asaytum min ba’di mâ erâkum mâ tuhıbbûntuhıbbûne, minkum men yurîdud dunyâ ve minkum men yurîdul âhirehâhirete, summe sarafekum anhum li yebteliyekum, ve lekad afâ ankum, vallâhu zû fadlin alel mu’minînmu’minîne. tus’idûne ve lâ telvûne alâ ehadin ver resûlu yed’ûkum fî uhrâkum fe esâbekum gammen bi gammin li keylâ tahzenû alâ mâ fâtekum ve lâ mâ asâbekum, vallâhu habîrun bimâ ta’melûnta’melûne. enzele aleykum min ba’dil gammi emeneten nuâsen yagşâ tâifeten minkum, ve tâifetun kad ehemmethum enfusuhum yezunnûne billâhi gayral hakkı zannel câhiliyyehcâhiliyyeti, yekûlûne hel lenâ minel emri min şey’şey’in, kul innel emre kullehu lillâhlillâhi, yuhfûne fî enfusihim mâ lâ yubdûne lekleke, yekûlûne lev kâne lenâ minel emri şey’un mâ kutilnâ hâhunâ, kul lev kuntum fî buyûtikum le berezellezîne kutibe aleyhimul katlu ilâ medâciihim, ve li yebteliyallâhu mâ fî sudûrikum ve li yumahhısa mâ fî kulûbikum, vallâhu alîmun bi zâtis sudûrsudûri. tevellev minkum yevmel tekal cem’âni, inne mestezellehumuş şeytânu bi ba’di mâ kesebû, ve lekad afâllâhu anhum innallâhe gafûrun halîmhalîmun. eyyuhâllezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne keferû ve kâlû li ıhvânihim izâ darabû fîl ardı ev kânû guzzen lev kânû indenâ mâ mâtû ve mâ kutilû, li yec’alallâhu zâlike hasreten fî kulûbihim vallâhu yuhyî ve yumîtyumîtu, vallâhu bi mâ ta’melûne basîrbasîrun. lein kutiltum fî sebîlillâhi ev muttum le magfiretun minallâhi ve rahmetun hayrun mimmâ yecmeûnyecmeûne. lein muttum ev kutiltum le ilâllâhi tuhşerûntuhşerûne. bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlike, fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emremri, fe izâ azamte fe tevekkel alâllâhalâllâhi, innallâhe yuhibbul mutevekkilînmutevekkilîne. yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe men zellezî yansurukum min ba’dihi, ve alâllâhi felyetevekkelil mu’minûnmu’minûne. mâ kâne li nebiyyin en yagullyagulle, ve men yaglul ye’ti bimâ galle yevmel kıyâmehkıyâmeti, summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûnyuzlemûne. femenittebea rıdvânallâhi ke men bâe bi sehatin minallâhi ve me’vâhu cehennemcehennemu, ve bi’sel masîrmasîru. derecâtun indallâhindallâhi, vallâhu basîrun bi mâ ya’melûnya’melûne. mennallâhu alâl mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete, ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubînmubînin. ve lemmâ asâbetkum musîbetun kad asabtum misleyhâ, kultum ennâ hâzâ, kul huve min indi enfusikum innallâhe alâ kulli şey’in kadîrkadîrun. mâ asâbekum yevmel tekal cem’âni fe bi iznillâhi ve li ya’lemel mu’minînmu’minîne. li ya’lemellezîne nâfekû, ve kîle lehum teâlev kâtilû fî sebîlillâhi evidfeû kâlû lev na’lemu kıtâlen letteba’nâkum, hum lil kufri yevmeizin akrabu minhum lil îmânîmâni, yekûlûne bi efvâhihim mâ leyse fî kulûbihim, vallâhu a’lemu bi mâ yektumûnyektumûne. kâlû li ihvânihim ve kaadû lev atâûnâ mâ kutilkutilû, kul fedreû an enfusikumul mevte in kuntum sâdıkînsâdıkîne. lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâemvâten, bel ahyâun inde rabbihim yurzekûnyurzekûne. bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûnyahzenûne. bi ni’metin minallâhi ve fadlin, ve ennallâhe lâ yudîu ecrel mu’minînmu’minîne. lillâhi ver resûli min ba’di mâ asâbehumul karhkarhu, lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîmazîmun. kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâîmânen, ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’mel vekîlvekîlu. bi ni’metin minallâhi ve fadlin lem yemseshum sûun, vettebeû rıdvânallâhrıdvânallâhi, vallâhu zû fadlin azîmazîmin. zâlikumuş şeytânu yuhavvifu evliyâehu, fe lâ tehâfûhum ve hâfûni in kuntum mu’minînmu’minîne. lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufrkufri, innehum len yadurrûllâhe şey’âşey’an, yurîdullâhu ellâ yec’ale lehum hazzan fîl âhirehâhireti, ve lehum azâbun azîmazîmun. kufra bil îmâni len yedurrûllâhe şey’âşey’en, ve lehum azâbun elîmelîmun. lâ yahsebennellezîne keferû ennemâ numlî lehum hayrun li enfusihim, innemâ numlî lehum li yezdâdû ismâismen, ve lehum azâbun muhînmuhînun. kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet tayyibtayyibi, ve mâ kânallâhu li yutliakum alâl gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulihî, ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîmazîmun. lâ yahsebennellezîne yebhalûne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî huve hayran lehum, bel huve şerrun lehum se yutavvekûne mâ bahilû bihî yevmel kıyâmehkıyâmeti, ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ardardı, vallâhu bi mâ ta’melûne habîrhabîrun. semiallâhu kavlellezîne kâlû innallâhe fakîrun ve nahnu agniyâu se nektubu mâ kâlû ve katlehumul enbiyâe bi gayri hakkın, ve nekûlu zûkû azâbel harîkharîki. bimâ kaddemet eydîkum ve ennallâhe leyse bi zallâmin lil abîdabîdi. kâlû innallâhe ahide ileynâ ellâ nu’mine li resûlin hattâ ye’tiyenâ bi kurbânin te’kuluhun nârnâru, kul kad câekum rusulun min kablî bil beyyinâti ve billezî kultum fe lime kateltumûhum in kuntum sâdıkînsâdıkîne. in kezzebûke fe kad kuzzibe rusulun min kablike câu bil beyyinâti vez zuburi vel kitâbil munîrmunîri. nefsin zâikatul mevtmevti, ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmehkıyâmeti, fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâzfâze, ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûrgurûri. tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum ve le tesmeunne minellezîne ûtûl kitâbe min kablikum ve minellezîne eşrakû ezen kesîrâkesîran, ve in tasbirû ve tettekû fe inne zâlike min azmil umûrumûri. iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûnehtektumûnehu, fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâkalîlen, fe bi’se mâ yeşterûnyeşterûne. tahsebennellezîne yefrahûne bi mâ etev ve yuhıbbûne en yuhmedû bi mâ lem yef’alû fe lâ tahsebennehum bi mefâzetin minel azâbazâbi, ve lehum azâbun elîmelîmun. lillâhi mulkus semâvâti vel ardardı, vallâhu alâ kulli şey’in kadîrkadîrun. fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâbulîl elbâbı. yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ardardı, rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâbâtılan, subhâneke fekınâ azâben nârnârı. inneke men tudhılin nâre fe kad ahzeytehahzeytehu, ve mâ liz zâlimîne min ensârensârin. innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrârebrâri. ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevmel kıyâmehkıyâmeti, inneke lâ tuhliful mîâdmîâde. lehum rabbuhum ennî lâ udîu amele âmilin minkum min zekerin ev unsâ, ba’dukum min ba’dba’dın, fellezîne hâcerû ve uhricû min diyârihim ve uzû fî sebîlî ve kâtelû ve kutilû le ukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le udhılennehum cennâtin tecrî min tahtihâl enhârenhâru, sevâben min indillâhindillâhi vallâhu indehû husnus sevâbsevâbi. yegurranneke tekallubelluzîne keferû fîl bilâdbilâdi. kalîlun summe me’vâhum cehennemcehennemu, ve bi’sel mihâdmihâdu. rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâhindillâhi, ve mâ indallâhi hayrun lil ebrârebrâri. inne min ehlil kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâkalîlen, ulâike lehum ecruhum inde rabbihim innallâhe serîul hısâbhısâbi. eyyuhâllezîne âmenusbirû ve sâbirû ve râbitû vettekûllâhe leallekum tuflihûntuflihûne. Ali İmran Suresi Anlamı Ali İmran Suresi, uzun bir sure olması dolayısıyla pek çok konuya değinir. Nitekim sure geniş bir zaman aralığında nazil olmuştur. İslam alimleri surenin ilk 120 ayetinin hicretin ilk dönemlerinde indiğini düşünmektedir. Ali İmran Suresinin genel konusunu; Allah indinde kabul görecek dinin İslam olduğunu vurgulamak olarak kabul edebiliriz. Temel ahlaki kavramları öne çıkaran sure, Kabe ve hac gibi kavramların da üstünde durulmaktadır. Ayrıca surede Hristiyanların Hz. İsa'yı ilahlaştırmaları, Yahudilerin ise Hz. İsa'ya iftira etmeleri konu edilmiştir. Kur'an-ı Kerim'deki sıralama açısından bir önceki sure olan Bakara Suresinde daha çok Yahudilerin üzerinde durulmuştu. Ali İmran Suresinde ise çoğunlukla Hristiyanlar hakkında konuşulmaktadır. Ali İmran Suresi Müslümanlar için son derece geniş anlamlar ihtiva eden bir suredir. Ali İmran Suresi tefsiri okunarak surenin daha iyi kavranılması sağlanabilir. Elif. Lâm. Mîm. Hayy ve kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Resûlüm! O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti. Daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Furkan'ı indirmiştir. Bilinmeli ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir. Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir. Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun Kur'an'ın bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. Bu inceliği ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar. Onlar şöyle yakarırlar Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin. Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez. Bilinmelidir ki inkâr edenlerin ne malları ne de evlâtları Allah huzurunda kendilerine bir fayda sağlayacaktır. İşte onlar cehennnemin yakıtıdır. Onların yolu Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tuttuğu yola benzer. Onlar bizim âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah'ın cezası çok şiddetlidir. Resûlüm! İnkâr edenlere de ki Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir! Bedir'de karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir gurup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır. Nefsanî arzulara, özellikle kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır. Resûlüm! De ki Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve hepsinin üstünde Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür. Bu nimetler "Ey Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" diyen; Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler içindir. Allah, adaleti ayakta tutarak delilleriyle şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar etmişlerdir. Evet mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur. Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmîlere de "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden insanları öldürenler yok mu, onlara acı bir azabı haber ver! İşte bunlar dünyada da ahirette de çabaları boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur. Resûlüm! Kendilerine Kitap'tan bir pay verilenleri yahudileri görmez misin ki, aralarında hükmetmesi için Allah'ın Kitab'ına çağırılıyorlar da, sonra içlerinden bir gurup cayarak geri dönüyor. Onların bu tutumları Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır. Fakat, onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese kazandığı şeyler tastamam ödendiği zaman halleri nice olur? Resûlüm! De ki Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin. Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı gelmekten sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır. De ki İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kadirdir. Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde insan isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı gelmekten sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir. Resûlüm! De ki Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez. Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Bunlar birbirinden gelme bir nesillerdir. Allah işiten ve bilendir. İmrân'ın karısı şöyle demişti "Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz niyazımı hakkıyla işiten ve niyetimi bilen sensin." Onu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum, dedi. Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; o da Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi. Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi. Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler. Zekeriyya Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu İşte böyledir; Allah dilediğini yapar. Zekeriyya Rabbim! Oğlum olacağına dair bana bir alâmet göster, dedi. Allah buyurdu ki Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et. Hani melekler demişlerdi Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti. Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, O'nun huzurunda eğilenlerle beraber sen de eğil. Resûlüm! Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar bu yüzden çekişirken de yanlarında değildin. Melekler demişlerdi ki Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesîh'tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır. sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara peygamber sözleri ile konuşacak. Meryem Rabbim! dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" der; o da oluverir. Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek. İsrailoğullarına bir elçi olacak ve onlara şöyle diyecek Size Rabbinizden bir mucize getirdim Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır. Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin. Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur. İsa, onlardaki inkârcılığı sezince Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi. Havârîler Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah'a inandık, şahit ol ki bizler müslümanlarız, cevabını verdiler. Havârîler Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi birliğini ve peygamberlerini tasdik eden şahitlerden yaz, dediler. Yahudiler tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır. Allah buyurmuştu ki Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim. İnkâr edenler var ya, onları dünya ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların hiç yardımcıları da olmayacak. İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez. Resûlüm! Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz. Allah nezdinde İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi. Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma. Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim. Şüphesiz bu İsa hakkında söylenenler, doğru haberlerdir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir. Eğer yine yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları hakkıyla bilendir. Resûlüm! de ki Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz. Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz. İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi. İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber Muhammed ve ona iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur. Ehl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar. Ey ehl-i kitap! Gerçeği görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz? Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? Ehl-i kitaptan bir gurup şöyle dedi "Müminlere indirilmiş olana sabahleyin görünüşte inanıp akşamleyin inkâr edin. Belki onlar böylece dinlerinden dönerler. Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın. " Resûlüm! De ki Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Yine onlar, kendi aralarında şöyle dediler "Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut Rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de inanmayın." De ki Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir. Rahmetini dilediğine ayırır. Allah üstün lütuf sahibidir. Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur" demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar. Hayır! Gerçek onların dediği değil. Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever. Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır. Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar. Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra kalkıp insanlara Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis şöyle demesi gerekir Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz. Ve size Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin, diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi? Hani Allah, peygamberlerden "Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almış, "Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu. Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir. Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar ehl-i kitap, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O'na döndürüleceklerdir. De ki Biz, Allah a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz. Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. İman etmelerinden, Resûl'ün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanlığın lânetine uğramalarıdır. Bu lânete ebedî gömülüp gidecekler. Onların azapları hafifletilmez; yüzlerine de bakılmaz. Ancak, bundan sonra tevbe edip yola gelenler başka. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir. İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler. Gerçekten, inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, onların hiçbirinden -fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi- kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur. Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça "iyi" ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir. Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in Ya'kub'un kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun. Artık bundan sonra her kim Allah'a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler. De ki Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim'in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi. Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev mâbet, Mekke'deki Kâbedir. Orada apaçık nişâneler, ayrıca İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir. De ki Ey ehl-i kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz? De ki Ey ehl-i kitap! Gerçeği görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkisiyorsunuz? Allah yaptiklarinizdan habersiz degildir". Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevkederler. Size Allah'ın âyetleri okunurken, üstelik Allah Resûlü de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir. Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine İslâm'a sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır. Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü düşünün. İmdi, yüzleri kararanlara İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! denilir. Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmeti içindedirler; orada ebedî kalacaklardır. İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah'a varır. Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. Gerçi içlerinde iman edenler var; fakat çoğu yoldan çıkmışlardır. Onlar ehl-i kitap size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez. Onlar yahudiler nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların müminlerin himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet damgası vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır. Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar. Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır. Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir. İnkâr edenler var ya, onların malları da evlâtları da Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar, cehennemliklerdir; onlar orada ebedî kalacaklardır. Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar. Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından dökülen sözlerinden belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları düşmanlıkları ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz. İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında "İnandık" derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki Kininizden kahrolup ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir. Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. . .-Allah, hakkıyle işiten ve bilendir. O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler. Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen, müminlere şöyle diyordun İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar düşmanlarınız hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır. Allah, kâfirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler diye, size yardım eder. Ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur yahut müslüman olsunlar da tevbelerini kabul etsin, ya da ısrar ederlerse onlara azap etsin diye Allah Bedir'de size yardım etti. Çünkü onlar zalimdirler. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz. Kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının! Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız. Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler. İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir! Sizden önce nice milletler hakkında ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da Allah'ın âyetlerini yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün! Bu Kur'an, bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür. Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. Eğer siz Uhud'da bir acıya uğradınızsa, Bedir'de de düşmanınız olan o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz. Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez. Bir de böylece Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister. Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz. Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye eski dininize mi döneceksiniz? Kim böyle geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır. Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın. Ölüm, belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız. Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı yolunda sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl! Allah da onlara dünya nimetini ve daha da önemlisi, ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever. Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye eski dininize döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz. Oysa sizin mevlânız Allah'tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır. Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalplerine yakında korku salacağız. Gidecekleri yer de cehennemdir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür! Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vâdini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı galibiyeti size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; Peygamberin verdiği emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan onları mağlup etmekten alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır. O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, durmadan savaş alanından uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Allah size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki, bu güvenin yol açtığı uyuklama hali bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da, Allah'a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, "Bu işten bize ne!" diyorlardı. De ki İş zafer, yardım, herşeyin karar ve buyruğu tamamen Allah'a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. "Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. Şöyle de Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için böyle yaptı. Allah içinizde ne varsa hepsini bilir. Uhud'da iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan yerlerinden kaydırmıştı. Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir. Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında "Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah bu kanaatı onların kalplerine kaybettikleri yakınları için onulmaz bir hasret yarası olarak koydu. Canı veren de alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür. Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız. O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar. Bir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz. Kim emanete devlet malına hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra herkese -asla haksızlığa uğratılmaksızın-kazandığı tastamam verilir. Allah'ın hoşnutluğunu gözetenle Allah'ın hışmına uğrayan bir olur mu hiç? Berikisinin yeri cehennemdir. Cehennem ise ne kötü bir varış noktasıdır. Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptıklarını görmektedir. Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, kötülüklerden ve inkârdan kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler. Bedir de iki katını düşmanınızın başına getirdiğiniz bir musibet, Uhud'da kendi başınıza geldiği için mi "Bu nasıl oluyor!" dediniz? De ki O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter. 166-167. İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara "Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın" denildiği zaman, "Harbetmeyi bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik" dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir. Evlerinde oturup da kardeşleri hakkında "Bize uysalardı öldürülmezlerdi" diyenlere, "Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!" de. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler. Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına uyanlar özellikle bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır. Bir kısım insanlar, müminlere "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler. Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun. Resûlüm İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara, ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır. Şurası muhakkak ki, imanı verip inkârı alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elîm bir azap vardır. İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. Allah, müminleri şu bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırdeder. O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır. Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini infakta cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. "Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki Tadın o yakıcı azabı! Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez. "Doğrusu Allah bize, gökten inen ateşin yiyeceği yakıp kor edeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti" diyenlere şöyle de Size, benden önce mucizelerle, özellikle dediğiniz mucize ile nice peygamberler geldi. Eğer doğru insanlar iseniz, ya onları niçin öldürdünüz? Resûlüm! Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse yadırgama; gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham edildi. Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günnü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir. Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, yapılacak işlerin en değerlisidir. Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü! Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken her vakit Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle derler Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru ! Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçiyi Peygamberi, Kur'an'ı işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz! Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vâdettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme; şüphesiz sen vâdinden caymazsın! Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. Dedi ki Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli O'nun katındadır. İnkârcıların refah içinde diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın! Azıcık bir menfaattır o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir! Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî olarak kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah katındaki nimetler daha hayırlıdır. Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır. Ey iman edenler! Sabredin; düşman karşısında sebat göster. Ali İmran Suresi Faydaları İslami pek çok kaynak, Ali İmran Suresinin fazileti ve sırları hakkında geniş bilgilere yer verir. Ali İmran Suresi okuma; ayrıca rivayetlere göre birçok hususi fayda barındırmaktadır. Peygamber Efendimiz bir hadisinde, Bakara ve Al-i İmran surelerini iyi bir biçimde idrak edip bu surelere göre amel edenlere, bu surelerin ahiret günü şefaatçi olacağını ifade etmiştir. Bu sureler aynı hadiste Peygamber Efendimiz tarafından iki beyaz gül bahçesi olarak tanımlanmıştır. Başka bir hadiste ise Rasulullah, Müslümanlar açısından son derece önemli olan Allah'u Teala'nın ism-i azamının Bakara Suresinin 163. ayeti ile Ali İmran Suresinin başları arasında olduğunu buyurmuştur. Rasul-u Ekrem başka bir hadisinde ise cuma günü Ali İmran Suresi okuyanlara meleklerin güneş batıncaya dek istiğfar edeceğini belirtmiştir. Yine hadislerde belirtildiğine göre Ali İmran Suresini sıklıkla okuyan kimse Sırat Köprüsü üzerindeyken emniyette olur. Rasulullah ayrıca yoksul kimselerin gecenin sonunda uyanarak Ali İmran Suresini okumasını tavsiye etmiştir. Ali İmran zenginlik duası olarak da bilinen bu uygulama hakkında farklılık gösteren rivayetler vardır. Farz ve nafile namazlardan sonra Ali İmran Suresinin 26. ve 27. ayetlerini okuyan, buna ek olarak uyumadan önce bu ayetleri tekrar eden kimsenin kazancının bereketleneceği söylenmiştir. Ali İmran Ne Demek? Sureye ismini veren ve 33. ayette geçen "al-i İmran" tabiri, bir tamlamadır. "Al" kelimesi Türkçe'ye aile, sülale ya da hanedan gibi ifadelerle tercüme edilebilir. İmran ise özel isimdir. Dolayısıyla "al-i İmran" tabiri "İmran ailesi" anlamına gelir. İslam kaynaklarında iki ayrı İmran'dan bahsedilir. Bunlardan biri Hz. Musa ve Hz. Harun'un babası olan, diğeri ise Hz. Meryem'in babası olan İmran'dır. Dolayısıyla surede bahsedilen İmran ailesi bu peygamberlerin ailelerinden biridir. Ali İmran Suresi Kaç Ayet? Kur'an-ı Kerim'in uzun surelerinden biri olan Ali İmran Suresi 200 ayettir. Ali İmran Hangi Surede Bulunur? Ali İmran Suresi, Kur'an-ı Kerim'in müstakil surelerinden biridir ve Bakara Suresinin hemen ardından gelir. Dolayısıyla herhangi bir surenin içerisinde bulunmaz. Ali İmran Suresi Nerede İndirilmiştir? Ali İmran Suresinin Medine döneminde indiğine dair kesin rivayetler vardır. Ancak surenin nüzulü oldukça geniş bir zaman aralığına yayılmıştır. Hicri 3. yılda nazil olmaya başlayan sure, tahminlere göre yaklaşık 6 yılda tamamlanmıştır. Dolayısıyla bazı ayetlerin hangi olaylara karşılık geldiğine dair müfessirler farklılık gösteren görüşler beyan etmektedir. Öyle ki surenin 64. ayetinin Hudeybiye Antlaşması'ndan önce ve Mekke'nin fethinden sonra olacak şekilde iki defa vahyedildiğini düşünen alimler dahi vardır. Ali İmran Suresi Ne Zaman Okunur? Ali İmran Suresi okumak ile ilgili herhangi bir zaman ya da mekan kısıtlaması yoktur. Ancak özellikle hadislerde cuma günleri ve yatmadan önce okunması hakkında yapılan vurgulardan dolayı İslam alimleri, bu vakitlerde okunmasını faydalı bulmuştur. Ali İmran Suresi Ne İçin Okunur? Ali İmran Suresi, yoksulluktan kurtulmak için okunması tavsiye edilen surelerden biridir. Rasulullah Ali İmran ve Bakara surelerinin manasıyla amel etmenin önemini vurgulamıştır. Bir hadiste, özellikle Ali İmran Suresinin son on ayeti üzerinde tefekkür etmeyenlerin kendilerine yazık edecekleri belirtilmiştir. Ali İmran Suresi Abdestsiz Okunur Mu? Ali İmran Suresini ezberden olduğu sürece abdestsiz okumakta bir sakınca yoktur. Ancak mushaf üzerinden okumak için abdest almak gerekir. Ali İmran Suresi Nasıl Ezberlenir? Kur'an-ı Kerim'in uzun surelerinden biri olan Ali İmran Suresini ezberlemek için ciddi bir çaba ve çalışma gerekir. Bunun yanı sıra süreci daha verimli hale getiren çeşitli yöntem ve tekniklerden yararlanılabilir. Ayrıca İslam alimleri, zihnin daha berrak bir halde olduğu sabahın ilk saatlerinde Kur'an-ı Kerim ezberlerine çalışmayı tavsiye etmiştir. Ali İmran Suresi Yerine Ne Okunabilir? Ali İmran Suresini ezberlemek hususunda başarı gösteremeyenler Kur'an-ı Kerim'den başka bir sureyi okuyabilir. Söz konusu okuma beş vakit namaz gibi farz ibadetler için değil de, dua etme maksatlı ise Allah'u Teala'ya Türkçe ifadeler ile niyaz etmekte de bir sakınca yoktur.

ali imran 103 nüzul sebebi